Takipte olduğum en iyi spor blogu


Güya Deneme yazdım ha

Yazım Çeşidi: Güya deneme
Konusu: Zaman


Acaba ruh göçü diye bir şey hakikaten var mı? Şayet böyle bir şey varsa, zamanı da geri döndürmek mümkün olur mu? Kim bilir zamandan şikâyetçi olarak yaşayan ne çok insan vardır bu dünyada. Bana yetmiyor yirmi dört saat. Verlaine’in kendine sorduğu ünlü soru bana yöneltilse; “Söyle ne yaptın gençliğini?” Büyük ihtimalle “Fazlaca boş zaman geçirdim..” diye yanıtlarım.

Zamanın ne sözcük anlamı, ne terim anlamı, ne somut ne soyut anlamını irdelemek istemiyorum. Yalnızca bende çağrıştırdığını aktarmak istiyorum. Bir dönem, hiç istemeye istemeye gittiğim eğitim kurumları, şimdi beni çağırıyor.. Girmekten hoşnut olmadığım kütüphane ve kitapevlerinden artık çıkmak istemiyorum. Yaşımın ilerleyişine ve eş değerde aklımın ilerlemeyişine bağlıyorum. Yavaş yavaş kendi kütüphanemi oluşturma savaşındayım. Hem aklımda, hem somut olarak odamda..

Demişler ki;

“Boş zamanlarımda halı dokurum.” Uzun siyah saçlı köylü kız,
“Boş zamanlarımda resim yaparım.” Sakallı ressam,
“Boş zamanlarımda besteler yaparım.” Romantik besteci,
“Boş zamanlarımda şarap içerim.” Sokaktaki sarhoş,
“Boş zamanlarımda yemek yerim.” 150 kiloluk adam,
“Boş zamanlarımda demeç veririm.” Eski politikacı,
“Boş zamanlarımda Meryemanayı düşünürüm.” Sarışın rahibe,
“Boş zamanlarımda marangozluk yaparım” padişah II. Abdülhamid,
“Boş zamanlarımda beyaz atlı prensimi beklerim.” Genç ve güzel kız,
“Boş zamanlarımda gençliğimi düşünürüm” yaşlı kadın,
“Boş zamanlarımda ağlarım” yalnız kalmış deli adam,
“Boş zamanlarımda havlarım” kulağı kesik karabaş,
“Boş zamanlarımda anırırım” yanık sesli eşek,
“Boş zamanlarımda toprak kurtlarıyla söyleşirim” profesyonel ölü.."

Yukarıda Gürhan Tümer’den büyük bir alıntı yaptım. Bana da soruyorlardı: “Boş zamanlarında neler yaparsın?” diye, ‘kızların peşinde ve top peşinde koşarım’ diye cevap ver(ir)emezdim...

“İşini erteleyen insan, işinin hiçbir zaman yapılmaması riskine giren insandır.” Baudelaire

Geçmişte bir işe girişecek olduğumda, katiyen ayakkabılarımı çıkarmazdım. Neticede benimsemediğimin göstergesiydi. Bana ne vereceğini öngöremezdim. Bu öngörüsüzlük şimdiki beni yarattı, durum fallar baktırmaya vardı: Kısa yakın zaman, orta yakın zaman, uzun yakın zaman dilimlerinde hayırlı bir şeyler olacak, oluşacak mı? “Geçmişle yaşamak da ayrıca zaman kaybıdır.” Babamın sürekli telaffuz etmesiyle aşina olduğum cümledir. Tabii olarak geçmişimdeki pişmanlıklardan sıyrılmak kolay olmuyor. Alacağım ve aldığım dersler gelecekteki benin yaratılmasında pay sahibi olacak.

"Hayatınız boyunca bir kurban olmak zorunda değilsiniz. Tam şu an ne olduğunuz, geçmişteki seçimlerinizin bir sonucudur. Ne olacağınız ise bundan sonra yapacağınız seçimlere bağlıdır" Ivan Burnell

Ardımda bıraktığım on yılda geçen boş zamanlarımın asla geri gelmeyeceğini biliyorum. Ya şimdi? Otobüste, trafikte geçen bir dakikanın hesabını yapıyorum. Nasıl daha fazla okuyabilirim? Kaybettiğim zamanı geri getiremeyeceğimin bilincindeyim, lakin yarına daha bilinçli ve düzeyli çıkabilmek için okumak öğrenmek şart.. Konfüçyüs’ün dediği gibi, “Düşünmeden öğrenmek, zaman kaybetmektir.” Kalan yaşamımda öğrenme işini, ele aldığım konu üzerinde düşünerek, konuşarak, tartışarak yapmak niyetindeyim. Alık alık sokaklarda ekmek elden su gölden dolaşırken; şimdilerde büyük denizlere ulaşabilmek için küçük gölleri beğenmenin ötesine geçip, üzerinde santral kurarak elektrik üretmeye çabalıyorum.

Hatırlanmasa da, yaşamımızın her anında pek çok pişmanlıklar yaşıyoruz. Hiç 'keşke' dediniz mi? Bir kere bile dediyseniz, yaşadığınız zamandan pişman oldunuz demektir. Acaba ben kaç defa 'keşke' dedim? Bir, iki, beş... Sayısını net bilmiyorum, lakin az olmadığını biliyorum.

J. M. Powe’un, “Rüyaları gerçekleştirmenin en kolay yolu, uyumamaktır” sözünü kendime merdiven yaptım. Belki bu sözüyle bir bakıma ironi yapmış olabilir. Zaman, iki yıldır beni korkularımla yüzleştirirken; karşılığında uykularımı çalıyor.Her gördüğümü, her okuduğumu belleğime kazımak istercesine, ama hiçbir şeyi yerine oturtamadan gitmeyeceğim... Prova aşamalarını atlatarak, yaşamdaki oyunumuzu oynayıp, göç edeceğimiz güne dek zamanı iyi kullanmaya kendimi ayarlayacağım.


Yazan: Kerem KA. / Ocak 2010


Ruhî Şarkılar Bilmem kaç

Bilmem kaçıncı kez aşık oluyorum.
Ya da olduğumu sanıyorum.
Belki de ulaşamadığım için adını aşk koyuyorum. 
  1. Erkin Koray "Çok derinlerde"
  2. Kalben "Sadece"
  3. Ufuk Çalışkan "Unutmak istiyorum"
  4. Pinhani & Kalben "İyi değilim ben"
  5. Pera "Sensiz ben"
  6. Dedublüman "Çözemezsin"
  7. İkilem "Bu saatten sonra"
  8. Pera "İyi ki doğdun sevgilim"
  9. Duman"Yürek"
  10. İlhan İrem "Yazık oldu yarınlara"
  11. Yüzyüzeyken Konuşuruz "Sandal"
  12. Majeste "Aşk Dediğin"
  13. Hedonutopia  "Çöl"
  14. KUAN "Deli Gönül Neyi Özler Durursun"


Bayi Promosyon Gezileri

 “BAYİ PROMOSYON GEZİLERİ”

Vize işlerini halleden genç kardeşimizin askere gidişi sebebiyle, bir haftadır yığılmış olan işleri halletmek için önceki akşam mesaiye kalmıştım. Ofisin anahtarlarını bana teslim edip gittiler, ertesi sabah ofisi ben açtım. Akşamdan kalma olan masamı düzenledim, o esnada Cabir’in sesini duydum;

- Günaydın abey, erkencisin madem, çayı da demleyeydin bari..

Günaydınlaştıktan sonra ocağın başına geçti. Çayı demleyip bana da bir bardak alarak masama geldi. Her sabah aldığı poğaçalara otlanmak bu kez bana nasip olmuştu. Afiyetle poğaçaları mideye indirirken diğer arkadaşlar da yavaş yavaş ofise damlamaya başlamışlardı. Kishinev yolculuğundan dün akşam dönen Kerim de ofise teşrif etmişti. Yaklaşık on gündür Moldova’daydı, hoşbeş edip görüştük, koklaştık. Yolculuk esnasında başından geçen bir iki ilginç olayı anlatmaya başladı.

Kerim ile sohbet halindeyken patronumuz Ercüment Bey çıkageldi. Onunla görüştü ve ekibin toplanmasını istedi. Cabir tüm ekibi bir araya topladıktan sonra Ercüment Bey söze girişti:

-  Arkadaşlar yarın sabah aramıza yeni bir ekip arkadaşı dahil olacak, vize işlemleri sorumlusu olarak işe başlayacak. Yalnız önemli bir husus var:” dedi ve yeni başlayacak olan bu arkadaşın engelli olduğunu vurguladı. Kendisini en iyi şekilde aramıza katmamızı ve engelli olduğu için kesinlikle onunla alay etmememizi tembihledikten sonra Kerim ile birlikte odasına çıktı. Herkes işinin başına dönmüştü. Gün içinde rutin işlerimi yapıyor iken öğleden sonra bir telefon geldi. Hem gecenin yorgunluğu hem de öğle yemeğini fazla kaçırmamın, muhtemelen yoğurtta yememin etkisiyle hafif dalmıştım. Elim sağ avurduma dayalı vaziyetteyken çalan telefonla irkildim;

- Alo

- Efendim dedim.

- Kardaş salam aleyküm..

- Aleyküm selam beyefendi,

- Kardaş ben bişey soracaktım;

- Tabii buyrun efendim yardımcı olmaya çalışayım,

- Yaw kardaş, nasıl desem.. Eee... şey turzimi yapıyor sunuz?

- Beyefendi burası seyahat acentası zaten!

- Tamam da kardaşım şey yani seks turzim yapıyor musunuz ?

Bu sorunun aleni sorulması karşısında afallamıştım, yalnız tam olarak sormak istediği mevzuyu da tahmin etmiştim. Yine de buna rağmen; 

- Beyefendi sorunuzu anlayamadım. Biraz daha açıklayıcı olabilir misiniz ?

- Yaw güzel kardaşım, hani bazı holding şirketler kendi şubelerinde yılın elemanlarını filan bir haftalığına yurtdışına tatile yolluyorlar ve bu yılın elemanlarının; gittikleri memlekette tanıştıkları süper fıstıklar ile geceleri birleşip, aynı zamanda kafilenin de en iyi elemanı olmak için didinip durdukları turlardan bahsediyorum. İşte buna benzer turlara katılmak istiyorum, bu yüzden aradım.

Adamın, ‘biraz daha açık olur musunuz..’ ricama bu denli cevap vermesi beni epey şaşırtmış hem de biraz tebessüm ettirmişti. Bahsettiği (Sex Turizmi) tarzda gezi turlarını aleni olmasa bile, esasen ‘Bayi Promosyon Gezileri’ adı altında gerçekleştiriyorduk. Yalnız bu şekilde bireysel başvurular ile geziler düzenleyemediğimizi kendisine bildirdim; 

- “Beyefendi, biz bahsettiğiniz tarzda turlar düzenlemiyoruz. Holdingler, ana bayileri için Dünya’nın belirli turizm ülkelerine gezi düzenleme düşüncesi doğrultusunda bize başvuruyorlar. Biz bayi yetkililerini, gezilecek ülkenin tarihi güzelliklerini, kültürel zenginliklerini vs. göstermek amacıyla seçilen ülkeye götürüyoruz. Bahsi geçen bu yetkililer, kendi kişisel becerileriyle hatunları götürüyor. Yani biz hiçbir türlü aracılık yapmıyoruz kesinlikle..” dedim.

- Eee.. peki ne yapmam lazımdır şu anda kardaşım…?

Artık bu soru üzerine bende biraz işi dalgaya vurarak;

- Beyefendi bence en kısa zamanda bir nalburiye veya kırtasiye dükkanı açmanızı yada ilaç mümessilliği almanızı tavsiye ederim.” dedim.

Teşekkür etti. Görüşme sonlandıktan sonra biraz düşündüm. Yedinci yılımı dolduruyordum bu meslekte, fakat hiç bu şekilde bir görüşme yapmamıştım. Bu komik olayı Kerim, Ercüment Bey’le görüşmesini bitirip gelince, ona anlatmak için sabırsızlanıyordum. Nihayet Kerim geldi ve olayı kendisine anlattığımın akabinde ikimizde gülmekten katılıyorduk. Diğer arkadaşlar da bu gülüşmelerimize kulak kesilip yanımıza yanaştılar, onlara da anlattığımda tüm ekip kahkaha komasına girmiştik. Kerim benim görüşme esnasında hiç aklıma gelmeyen bir şey sordu;

- Acaba nereden duymuştu böyle bir şeyin varlığını..?

Ben görevini en iyi şekilde yapmaya çalışan bir ofis elemanı olduğumdan sormak aklıma gelmemişti. Gün boyunca arkadaşlara bu mevzuyu anlatmakla geçirdim. Paydos saatinde Kerim ile birlikte çıktık beni eve bıraktı. Bu sabah tekrar arabayla beni aldı, ofise birlikte geldik. Çaylarımızı alıp içmeye koyulduk. Bu esnada kapıda otuzlu yaşlarda birisi belirdi; Prezentabl tanımına gayet uygun olan bu kişinin, jöleli saçları sola taranmış halde, omuzları amut gösteren blazer ceketi, rugan ayakkabıları ve elinde çantası ofise girdi. Önce başıyla sonra lügatiyle içeriyi selamladı;

- Günaydın ben Melih. Yeni vize işlemleri sorumlusuyum.

Kerim kapıya yakın olduğundan ilk onunla tokalaştılar. Bende hoş geldin dedim ve sırayla diğer arkadaşlarda hoş geldinleri esirgemediler. Kendisi hoş geldinleri mideye indirirken Ercüment Bey’de arkasından ofise girdi. Melih’i bizimle tanıştırdı, görev tanımını prosedür gereği anlattı ve birlikte odasına doğru yol aldılar. Tüm ekip birbirimize şaşkın ifadelerle bakıyorduk. Ercüment Bey daha dün, yeni başlayacak olan elemanın engelli olduğunu bildirmişti. Fakat bu adamın yürümesi, konuşması, hal ve hareketleri, tavır ve davranışları ilk gözlemlerimize göre gayet normaldi. Peki ala ne bakımdan engelliydi bu adam ? Ercüment Bey’le görüşmesi bittikten sonra çalışacağı masasına geçip oturdu. Ofiste çalışanlar olarak kendisini gizlice izliyorduk; kulağı iyi işitiyor, gözleri iyi görüyordu. Öğle yemeği sırasında önümüzdeki masada ofisin zenci hatunu Martha ile beraber yemek yiyorlardı. Martha Afrika asıllı Fransız rehberimizdi. Bizimle üç yıldır çalışıyordu ve hatunun tabir-i caizse ‘kabak büyüklüğünde kalçaları’ vardı. Herif daha ilk günden onun dikkatini çekmeyi başarmıştı. Üstelik yemekte yanına oturmuştu. Epey hoşsohbet birisi olmalıydı, çünkü Martha’nın lokmaları gülmekten boğazına takılacaktı vesselam. Martha yemeğini bitirip kalktıktan sonra, öğle yemeğini yiyenlere çaylarını dağıtan Cabir’i yanıma çağırdım. Melih hazır tek başına oturuyor iken, gidip biraz yoklamasını söyledim. Kerim de bende merak ediyorduk bu engelli arkadaşın engelini. Cabir komutu aldı ve iki çay alarak Melih’in yamacına yanaştı. Biraz sohbet ettiler, sonra yanımıza geldi ve yorumunu yaptı;

-  Abi bu adamın neresi engelli yahu, sapasağlam... benden daha dinç ve sağlam abi. dedi sonra Kerim’e doğru dönerek;

- Kerim abi sen daha iyi bilirsin, bana kalırsa bu adamı manitası emesende engellemiş olabilir. O gün bugün, engelli olarak dolanıyordur zavallı..

Üçümüz gülüşmeye başladık, istemsiz durup durup gülüyorduk. Yalnız, içimi kemiren; ‘konuyu biraz daha irdeleme dürtüsüne’ karşı koyamadım. Kalkıp iki çay da ben aldım ve masasına iliştim.

- “Melih kardeş afiyet olsun, çay getirdim sana. Yeni işin hayırlı olsun.”

Daha evvel hangi firmada çalıştığını hiç merak etmiyordum. Keza kaç dil bildiği filanda umurumda değildi şu anda..

- Yanlış anlamazsan eğer bir sualim var sana..

- Tabii ki buyur.. dedi.

- Dün Ercüment Bey ekibi toparlayıp senin geleceğini duyurdu bize, lakin senin aynı zamanda engelli birisi olduğundan bahsetti. Velhasıl sen dalyan gibi adamsın, yani görünürde herhangi bir problemin yok maşallah.” dedim.

Melih hafif tebessüm ederek;

- İnternetten başvuru formunu doldurduğumda, ‘Seyahat engeliniz var mı?’ sorusuna evet yazmıştım. Ardından, iki gün evvel dayımın ofisinde kendisiyle görüşmemiz esnasında bana, “Başvuru formunda seyahat engelin olduğunu yazmışsın. Bu iyi oldu, hazır Nisan ayı yaklaşıyor iken, kullanmalıyım bunu” dedi. Uçak fobim var. Bugüne dek birçok yurtdışı seyahatini bu sebepten ertelemek zorunda kaldım.. Sanırım seyahat engelli olmamı, Ercüment Bey size bu şekilde aksettirmiş.. dedi.

Açıklamaları doğrultusunda şaşkınlığımı gizleyemedim. Tabii bu arada torpilli olduğu da ortaya çıkmıştı. ‘Afiyet olsun’ diyerek yanından kalktım, sigara içmek maksadıyla balkona yürüdüm. O esnada gözüm sandalyenin üzerinde bulunan gazeteye ilişti. Cabir’in her sabah ofise gelirken aldığı, içeriğini genellikle çıplak hatun fotolarının oluşturduğu türden bir gazeteydi. Ve lakin tarihine baktığımda ise;
 1 Nisan 2006 yazıyordu. Ercüment Bey’in seyahat engelini bu denli güzel bir şakaya dönüştürebileceği, aklımın ucundan bile geçmezdi..