Çok sevdiği ve baştan sona bilmediği bir parçayı; hep Ahmet Kaya’dan dinlediği ‘Beni Bul Anne’ şarkısını mırıldanarak yürüyordu. Ardında taşıdığı araba iyiden iyiye ağırlaşmaya başlamıştı. Hala daha partiye giderken ne giyeceğine karar verememişti. Her seferinde boynu bükük geçtiği Tophane’de ki nargile kafelerin önünde durup, bu kez boynunu kaldırıp içeriye baktı. Partide neler yapılır merak etmiyor değildi. Hep merak etmişti, ama zalim dünya onun eğlenmesini değil, eğleneni izlemesini de istemiyordu. Bunun verdiği mahcubiyetle boynu büküktü. Ezgindi, yılgındı, fakat akşam ki partiyi kaçırmak istemiyordu. İstekliydi.
Galatasaray’a ulaştığında, bitmek üzere olan bir mitinge rast geldi. “Tükenmedi şu mitingleriz, bi yorulmir, bıkmirsiniz be abicim? Hep boşu boşuna eylersiz!.. Yere fazla kâğıt atsaz iyi olur.” diye kendine söylendi. Kimse duymuyor, görmüyordu onu.. Yerdeki kâğıtların gözüne kestirdiği bir kaçını toparlayıp çuvalın içine attı. Ardında arabası yürümeye devam etti. Sebati’nin kahvesine vardı, arabasını kenara dayadı. Kahveci çırağı, çatık kaşlarıyla yaklaştı:
- Buraya bırakma arabayı kardeş!..
Kemal ezgin ve yılgın ses tonuyla cevap verdi:
- Sebati abi beni taniyir abi, bir sigara bir çay içip gidirem!.
Sebati lütfedip, kasadan doğruldu:
- Bilal, dokunma ona, büyük bardakta üç şekerli çay, bir de sigara ver. Light verme sakın, tadını beğenmiyor.
Bilal, ustasının emirlerini yerine getirdi. Dirseklerini dizlerine dayamış vaziyette, taburede oturan Kemal’e sigarayı uzattı ve yaktı. Bardağı da kepenk kilitlerinin yanına bırakırken; bir şeyler söylemek istermişçesine Kemal’in yüzüne baktı:
Bilal, ustasının emirlerini yerine getirdi. Dirseklerini dizlerine dayamış vaziyette, taburede oturan Kemal’e sigarayı uzattı ve yaktı. Bardağı da kepenk kilitlerinin yanına bırakırken; bir şeyler söylemek istermişçesine Kemal’in yüzüne baktı:
- Buyur kardeşim. Soğutmadan içiver.
- Yeni başlamış olacan, o yüzden beni tanımirsen hemi.
- Evet kardeş.
- Olsun, varol. Çayda kaç şeker var?
- Üç.
- Tamam. Sende sigara içirsen mi?
- Orucum ben kardeş. Yaş kaç?
- On üç..
Bilal, Kemal’in yaşına ve duvara dayadığı arabaya baktı. Kendi işinin ne kadar rahat olduğunu düşündü: “Hadi afiyet olsun.” diyip, içeriye girdi. Kemal bardağı kucağına alıp, karıştırmaya başladı. Sigarasını hızlıca içine çekti ve genzine kaçan dumanı öksürmeye başladı. Gözleri, karşı kaldırımda yürüyen ve hallerinden turist olduklarını varsaydığı kız ile erkeğe takılı kaldı bir süre; erkek olanın giyimini dikkatle inceledi. Akşam ki partiyi düşünmeye başladı: “Keşke bu geçen erkek turist gibi giyinip gidebilsem.” Diye içinden geçirdi. Aklına çuvalın içine aldığı giysiler geldi ve çayını bitirmeden eve gitmek üzere kalktı, yoluna devam etti. Güneş yavaş yavaş yerini terk edip, gökyüzünü karanlığa teslim etmeye başlamıştı. Kemal evin sokağına vardı. Büyük varilden bozma teneke kapıyı, tekmeleyerek açtı. Arabasını içeriye alıp, giysileri çıkarttı. Özenle serdiği gazetenin üstüne koydu. Önce tişörtü giyip, üzerindeki pantolonla denedi. Boy aynası olsa; nasıl göründüğüne bakabilirdi, maalesef yoktu. Ev arkadaşı ağabeylerinden birinin tıraş aynasını, duvarın dibine koyarak baktı; gayet güzel olmuştu. Yalnız ayakkabıları sırıtıyordu. Akşam ki partiyi düşündü yine.. üzüldü. Eğildi çeşmeye, elini yüzünü yıkadı, saçlarını taradı. Ayakkabılarını da süngerle sildi. Tekrar aynadan kendine baktı, ayakkabılar yıkanınca pek de fena olmamıştı. Bir de yeni getirdiği pantolonu denedi, bunu üzerindekinden daha çok beğendi. Partiye böyle gitmesi gerektiğine karar verdi.
Yazım: 15.11.009