Takipte olduğum en iyi spor blogu


Kelebek camı

             Odasının duvarlarını süsleyen, -kiminin yapışkanı rutubetten kendini salmış- spor otomobil posterlerinin kenarları aşağı kıvrılmıştı.. Yatak yorgandan yoksun, bankın üzerinde uyuyordu; iki minder sırtında, başında yastığı.. Vakit sabahın yedisi olmuş, bir bacağı bankın kolçağından aşağı sarkmış, alarm acı acı bağırsa da uyanmaya meyil vermiyordu bedeni.. Alarmı susturmaya kalktı, es geçti, tuvaleti seçti. Yüzüne su vurdu iki kez... 

            Aynaya baktığında, eskimeye başladığının farkındaydı. Ne de olsa, ellinin yarısının beş fazlası kadar yaş doldurmuştu. Her ne kadar eskimişte olsa, aynaya bakacak bir yüzü vardı. Hayatında karşılaştığı birçok insan gibi yüzsüz yada iki yüzlü değildi.. Hiç olmazsa bu şekilde avuttu kendini. Odaya döndü. Yağ varili içinden tişörtünü alıp vücuduna geçirdi. Duvara yaslı çöp konteynırı kulpundan pantolonunu çekip giyindi. Balkon kapısının yanındaki aynalı şifoniyerin üstünde duran, portre vitrin mankenlerinin birinden, koleksiyonunun en nadide parçasını alıp kafasına taktı. Dış kapıya yaklaştı. Haftanın altı günü, yalnızca sabahlara mahsus yaptığı klişe espriyi mırıldanarak spor ayakkabılarını giyindi;

Converse memnun olurum.. o bile vermiyor lanet olası..

            Bahçeye çıktığımızda, sol koluyla göğsü arasına, siyah çizgili kırmızı topu sıkışıp kalmış dokuz-on yaşlarında sıska bir çocuğu, arabasına yaslanmış camından içeriye bakarken gördük. Üstelik arabanın kelebek camı kırılmıştı. Arka koltuğun üstünde ufak bir maket araba duruyordu, hani şu benzin istasyonlarında promosyon olarak dağıtılan.. Çocuk belki de erişip almak niyetindeydi. Bu sebeple camı kırmış olabilirdi, olmayabilir ihtimalinin gerçekliği arkadaşımı daha çok sevindirirdi şüphesiz.. Çocuğa seslendi;


Hey ufaklık ne yapıyorsun orada bakayım?
 


            Çocuk hızla kaçmaya başladı.. arkasına dahi bakmadan.. Benden mi arkadaşımdan mı korktu? bilemedim. Arkadaşım, cama ve ön koltuğa yayılan parçalarına baktı. O yaşta bir çocuk kıramazdı bu camı. O yüzden hırsızların yapmış olabileceği ihtimaliyle hemen teybe baktı, yerindeydi. Cam hariç arabanın hiçbir yerinde zarar yoktu. Sadece ön sağ kelebek camı kırılmıştı. Çocuk, koltuğun üstündeki maket arabayı almak için kırmış olabilirdi. Genç kızamayacak kadar hayallere kapılmıştı. Kırılan cam adı üstünde; ‘kelebek camı’.. belki de bir kelebek girmiştir içeriye, bahar geldi neticede diye düşünerek yine avundu, bir nevi polyannacılık oynuyordu.. Bakındı durdu sağına soluna, mahalleyi gözledi. Koltuğu temizlemedi, öne yatırıp beni arkaya oturttu. Arabaya binip iş yerine gitmek üzere yola çıktığımızda bir yandan da kaldırımları gözetliyor, bir sarı kelebek göreceğini ümit ediyordu.

            Trafiğe de yakalanmıştık, işe geç kalacaktı. “Lanet kere lanet olsun.” diye içinden sövüyordu İstanbul’a.. Kelebek camını taktırmakta çok pahalıydı. Pahalı dediysem arabasının lüks-son model olduğunu sanmayın, eski model olduğu için parçaları zor bulunuyor. Bundan dolayı çok pahalı. Uyduruk bir cam taktırmak istese, camın isminden dolayı yüreğinde yer eden hatırasına ve hayallerindeki yerine ters düşerdi. Zaten şekli şemali berbattı, şimdi birde bu kelebek camını yaptırma işi çıktı başına.. Yine de borç harç edip yaptıracaktı.. 


            Nihayet çok geç kalmadan vardı çalıştığı hana. Gün boyu sarı kelebeğini göreceği umuduyla dolaştı durdu. Çay dağıttığı dükkanlara girdiğinde misafir bayan var ise, dikkatlice bakıyordu fakat kelebeğine benzemiyordu hiçbiri.. Paydos ettiğinde gidip sanayide camı taktıracaktı, borç parayı bulmuştu. Yol üzerinde yine kaldırımları gözlüyordu, bir büfe önünde durup gazoz aldı kendine, bana da bir sakız almasını bekledim ama almadı. Böyle de arkadaşlık olmaz ki..  Arabaya döndüğünde, aynadan bana bakarak; “Sabah sersemliğiyle camı görünce çocuğun kırdığını düşündüğü için kendisine içten içe kızdığını..” söylendi durdu. Sanayiye varıp yeni camı taktırdı. Eve dönerken hediyelik eşya satan dükkana uğrayıp bir paket yaptırdı. İnsanlar işlerinden çıkmış evlerine dönmekteydiler. Aralarına dikkatle bakıyor fakat aradığını yine göremiyordu.

            Mahalleye geri döndüğümüzde vakit akşamüstüne yaklaşıyordu. Güneş henüz mahalleyi terk eylemek üzereydi. Yine o sıska çocuğu gördü arkadaşlarıyla oynarken, çocukta onu.. Mahcup baktılar birbirlerine.. Çocuğa kendini affettirmek istiyordu. Çocukta camı kimin kırdığını görüp görmediğini sormak amacıyla yanına çağıracağını sanarak ürkmeye başladı. Arkadaşım elini çocukların olduğu yöne doğru sallayarak seslendi;

Hey! Ufaklık, gelsene yanıma..

            Çocuğun ürkekliği, kısa kot şortunun altından iki saniye içinde çişi aşağı süzülecek hale gelmişti. Parmağı ağzında, diğer eli şortunun önünde pipisini sıkıştırarak;

Ben mi abi ?  dedi.

Evet, gel bakayım sen yanıma.. 

            Arabasına yaslanıp bekledi. Çocuk yanaştı yamacına. Boynu eğik vaziyette duruyor, kaçamak hareketlerle bir bana bir arka koltuğun üstüne bakıyordu. Benim gözüm ise toptaydı. Arkadaşım yaslı olduğu kapıyı açtı, bir paket çıkartıp; 

Sana hediyem var, al bakalım. deyip, uzattı.

Yok abi, istemem sağol..

Al lütfen, içindekini çok seveceksin,emin ol.. deyip paketi tekrar uzattı ve başını okşadı.

Sabah kızmadın mı bana? diye sordu çocuk,

Yoo, neden kızayım ki?

Yaa, demek kızmadın.. dedi çocuk, paketi aldığı gibi koşmaya başladığı sırada dönüp;

Teşekkür ederim abi. diye bağırdı.

            Çocuğun ardından bir süre baktı, sevineceğine sevindi. Arabayla oynayacağının hayalini kurdu kısa süre.. Eve girdik, banka uzandı. Miadını doldurmak üzere olan cd çalarının kulaklığını yuvalarına yerleştirdi. Bir süre istemsiz kulak memesini okşadı.. Açtı kapağını, cd’yi yerleştirdi, çok sevdiği "Kelebek" adlı parçayı dinlemeye koyuldu. Uzunca bir süre aynı parça döndü kulağında. Birden doğruldu; parçayı başa sardı. Telefon faturasının zarfını ters çevirip kalemi eline aldı;


Günü gelince öldüğümde yarın; 
Göğsümün sol tarafını yarın,
Kelebeğimi yuvasından usulca çıkarın..
Benden giderken O'na;
"Yüreğime kondun, seni yaşatacağım" demiştim,
Velhasıl, galiba başaramayacağım..
Bari benimle ölmesin zavallı sevgisi,
Kalpten kalbe dolaşmaya,
Sonsuzca yaşamaya devam etsin,
O dolaştıkça ruhum da özgür olacak..
Malum, ölenle ölünmez.. 
           
            Ansızın kapı çalındı, yöneldi, camı aralayarak bakıp açtı. Elinde maket arabayla çocuk gelmişti;

Hoş geldin ufaklık. dedi. Çocuk beni görünce yine pipisini tutmaya başladı.

Geri vermeye geldim, al... dedi ve uzattı arabayı çocuk,

Niye len beğenmedin mi?

Sana, gördüklerimi söylemediğim için kabul etmem..


Neyi gördüğünü?

Sabah arabanın camını sarı saçlı bir abla kırdı.. dedi çocuk..

Şimdi için rahatladı mı? dedi çocuğa,

Ney? şey ama yinede kabul etmem abi, al..

            Eğildi, çocuğun boyuna geldi. Alnını öpüp, saçını okşadı;

Biliyordum ufaklık biliyordum. Hadi git, için rahatladı madem doya doya oyna arabayla.. diyerek çocuğu yolculadı. Kapattı, odasına geçti.

            Banka oturdu, “gel buraya koçero…” dedi bana. Yanına iliştim, bacağına kafamı uzattım, dinlemeye başladım;

Neden kelebek camı biliyor musun? Çünkü sarı saçlı abla kelebek koleksiyonu yapıyordu. Albümü vardı üstelik. Bir çift vosvos kelebek camı alıp hediye etmiştim. İlginç bulmuştu, sevinmişti.. alıp sakladı.. Tesadüf eseri aynı hafta içinde arabamın iki kelebek camı da kırılmıştı. Param da yoktu, ondan borç istemeye yüzümde.. Gidip camları saklı oldukları yerden aldım, sanayiye götürüp taktırdım. Öğrenince çıldırdı doğal olarak. 

"Hayvan herif, verilen hediye geri alınır mı?  Hele hele izinsiz almakta neyin nesidir anlamadım gitti. Üstelik birde onları arabana taktırıyorsun.."

            Dedi ve tokadı sıfatıma yerleştirdi. Derken ayrıldık, yâri kaybetmişim gözüm eşya mı görür.. tüm eşyaları yaktım yıktım, bazı çok sevdiği eşyaları ona verdim. Şu konteynır varya karşı apartmanındı, hep onun içine atardık çöplerimizi, yağ varilini vosvosum sürekli yağ yaktığı için almıştık, yağ değişimine para vermemek için daha kârlı olacağını düşünüp almıştık. İkisini de yıkamacıda tazyikli suyla temizletip koydum. Bu bank var ya işte bu bankta ne çok vakit geçirdik, dili olsa da konuşsa.. üzerinde baş harflerimiz kazılı.. oturduğun yerin kıymetini bilmelisin koçero, hadi git şimdi.. diyerek attı beni bankın üstünden..

            Tekrar banka uzandı. Yatak, yorgandan yoksundu, iki minder sırtında, başında bir yastık.. Ve yıllardır beklediği, unutamadığı, çok sevdiği kelebeğinden uzaktı.. 

            Üşüyordu ve sarı kelebeğin hayali gözlerinin kapalı perdeleri arkasına yine yeniden düşüyordu... Geri dönmesini anladığım kadarıyla çok istiyordu. İstenciyle birlikte uykuya daldı…

            Arkadaşım ne kadar ilginçmiş. Beni hiç sevmedi zaten, bir senedir buradayım. Neyim ben, bekçi mi koruyucu mu? Bir kez olsun boynumdan sevmedi beni.. Hani köpek bağlasan durmaz derler ya bu ev aynı öyleydi.. Gerçi ben bağlı değildim, belki bu sebeple durdum bunca zaman… Kalkıp konteynırın dibine işeyesim var, sabahta ilk fırsatta bu adamın yanından kaçıp kurtulasım var..

|Ka.|


| Denge devir döngü |

Çocuklukta dert tasa yokken, adım birden 'ergen delikanlı' oldu.
Yıllar geçtikçe derdimiz birken üç, üçken beş, beşken altı oldu.
Sonraları ateş düştü; kalbine davetiye kazandığım yengen oldu.
Yengen ile bebeğimiz oldu, kalan yıllarda bozulan; dengem oldu.

|Ka.|


Şener Şen'in hatunları

Muhsin Bey'de Sevda (Şermin Hürmeriç), Gönül Yarası'nda Dünya (Meltem Cumbul), Eşkıya'da Sevim Abla(Güven Hokna), Gölge Oyunu filminde ise; yine pavyonda Kumru (Larissa Litichevskaya) isminde bir kız emanet edilir Şener Şen ile Şevket Altuğ'a. Yavuz Turgul'un Şener Şen'e layık gördüğü hatunlar hep pavyonda çalışmaktadır.


| Dar Acı |

Güzelliğin mest ediyorsa, gören müstakar(mestekâr) olur,
Ahvalini de kağıtlara döküyorsa; adam bestekâr olur...

|Ka.|
DarAcı
GövdePlan
Kuzguncuk Sahili, Tahtalı Camii Avlusu
Yazım: 21.07.009


14.08.012'de Falım

Çok meraklı kitap kurdu,
Gece gündüz okudu,
Duydu kültürlü sevdiğini,
Aklını bilgi doldurdu.



Billabong Kemal


Çok sevdiği ve baştan sona bilmediği bir parçayı; hep Ahmet Kaya’dan dinlediği ‘Beni Bul Anne’ şarkısını mırıldanarak yürüyordu. Ardında taşıdığı araba iyiden iyiye ağırlaşmaya başlamıştı. Hala daha partiye giderken ne giyeceğine karar verememişti. Her seferinde boynu bükük geçtiği Tophane’de ki nargile kafelerin önünde durup, bu kez boynunu kaldırıp içeriye baktı.  Partide neler yapılır merak etmiyor değildi. Hep merak etmişti, ama zalim dünya onun eğlenmesini değil, eğleneni izlemesini de istemiyordu. Bunun verdiği mahcubiyetle boynu büküktü. Ezgindi, yılgındı, fakat akşam ki partiyi kaçırmak istemiyordu. İstekliydi.


       Deniz kıyısından yürüdükçe rüzgarın şiddetini fazlaca hissediyor, üşüyordu. Onun da her çocuk gibi hayalleri vardı; en çok annesini bulmak istiyordu. Kaçtığına pişmandı, bir de cep telefonu olsun istiyordu. Annesini bol bol arardı, tabii kontörünün olduğu zamanlarda.. Yönünü Çukurcuma’ya doğru çevirdi. Yokuşu tırmanmak, ardındaki arabanın ağırlığıyla zorlaşacaktı. Firuzağa’dan direk Galatasaray’a çıkacak, Sebati’nin kahvesinde soluklanacak, sigara ve çay içecek sonra da evine, Tarlabaşı’na geçecekti. Firuzağa yokuşunu tırmanırken; sol tarafta bulunan yaşlı binaların birinin önünde yan yana duran kutular gözüne ilişti, oraya yöneldi. Kutuların üstünde: “Sebil-Kullanmadığınız giysileri buraya atınız.” yazıyordu.  İçinden bir pantolon çıkartıp, alıcı gözüyle inceledi, sonra kazağa ve de tişörtlere baktı. Akabinde kendi sağına soluna bakındı: giysileri direk arabanın üstündeki çuvalın içine koydu. Hiç arkasına bakmadan, yoluna devam etti.

       Galatasaray’a ulaştığında, bitmek üzere olan bir mitinge rast geldi. “Tükenmedi şu mitingleriz, bi yorulmir, bıkmirsiniz be abicim? Hep boşu boşuna eylersiz!.. Yere fazla kâğıt atsaz iyi olur.” diye kendine söylendi. Kimse duymuyor, görmüyordu onu.. Yerdeki kâğıtların gözüne kestirdiği bir kaçını toparlayıp çuvalın içine attı. Ardında arabası yürümeye devam etti. Sebati’nin kahvesine vardı, arabasını kenara dayadı. Kahveci çırağı, çatık kaşlarıyla yaklaştı:

-             Buraya bırakma arabayı kardeş!..

            Kemal ezgin ve yılgın ses tonuyla cevap verdi:

-          Sebati abi beni taniyir abi, bir sigara bir çay içip gidirem!.

            Sebati lütfedip, kasadan doğruldu:

-       Bilal, dokunma ona, büyük bardakta üç şekerli çay, bir de sigara ver. Light verme sakın, tadını beğenmiyor.

Bilal, ustasının emirlerini yerine getirdi. Dirseklerini dizlerine dayamış vaziyette, taburede oturan Kemal’e sigarayı uzattı ve yaktı. Bardağı da kepenk kilitlerinin yanına bırakırken; bir şeyler söylemek istermişçesine Kemal’in yüzüne baktı:

-          Buyur kardeşim. Soğutmadan içiver.
-          Yeni başlamış olacan, o yüzden beni tanımirsen hemi.
-          Evet kardeş.
-          Olsun, varol. Çayda kaç şeker var?
-          Üç.
-          Tamam. Sende sigara içirsen mi?
-          Orucum ben kardeş. Yaş kaç?
-          On üç..

          Bilal, Kemal’in yaşına ve duvara dayadığı arabaya baktı. Kendi işinin ne kadar rahat olduğunu düşündü: “Hadi afiyet olsun.” diyip, içeriye girdi. Kemal bardağı kucağına alıp, karıştırmaya başladı. Sigarasını hızlıca içine çekti ve genzine kaçan dumanı öksürmeye başladı. Gözleri, karşı kaldırımda yürüyen ve hallerinden turist olduklarını varsaydığı kız ile erkeğe takılı kaldı bir süre; erkek olanın giyimini dikkatle inceledi. Akşam ki partiyi düşünmeye başladı: “Keşke bu geçen erkek turist gibi giyinip gidebilsem.” Diye içinden geçirdi. Aklına çuvalın içine aldığı giysiler geldi ve çayını bitirmeden eve gitmek üzere kalktı, yoluna devam etti. Güneş yavaş yavaş yerini terk edip, gökyüzünü karanlığa teslim etmeye başlamıştı. Kemal evin sokağına vardı. Büyük varilden bozma teneke kapıyı, tekmeleyerek açtı. Arabasını içeriye alıp, giysileri çıkarttı. Özenle serdiği gazetenin üstüne koydu. Önce tişörtü giyip, üzerindeki pantolonla denedi. Boy aynası olsa; nasıl göründüğüne bakabilirdi, maalesef yoktu. Ev arkadaşı ağabeylerinden birinin tıraş aynasını, duvarın dibine koyarak baktı; gayet güzel olmuştu. Yalnız ayakkabıları sırıtıyordu. Akşam ki partiyi düşündü yine.. üzüldü. Eğildi çeşmeye, elini yüzünü yıkadı, saçlarını taradı. Ayakkabılarını da süngerle sildi. Tekrar aynadan kendine baktı, ayakkabılar yıkanınca pek de fena olmamıştı. Bir de yeni getirdiği pantolonu denedi, bunu üzerindekinden daha çok beğendi. Partiye böyle gitmesi gerektiğine karar verdi.


            Karanlık iyice bastırmıştı, saati yoktu. Yalnız, partinin saat sekize çeyrek kala başlayacağını ve nerede yapılacağını biliyordu. Yola koyuldu, rast geldiği birisine sorarak öğrenebilirdi ne de olsa. İlk karşılaştığı yaşlı bey, saatin henüz yedi olduğunu söyledi Kemal’e. Şişhane’ye kadar on beş dakikalık yürüme yolu mesafesi vardı. Arabaların geçerken yarattığı rüzgarı hissediyordu. Köprüyü bitirir bitirmez, hamamın yanından karşı yola geçti. Karaköy meydan yönüne doğru yürümeye başladı. Açık otoparka yaklaştığında biriken kalabalığı gördü. Aralarında arkadaşları da vardı. Partinin yapılacağı mekân burasıydı. Arkadaşlarının yanında sıraya girdi. Giydiği tişörtün üzerinde ‘Billabong’ yazısı olduğundan, arkadaşları  “bilabong yukarı, bilabong aşağı” diye onunla alay etmeye başladılar. O partiden sonra lakabı ‘Billabong Kemal’ olarak anılmaya başladı. Billabong’un manasını ne kendi ne de arkadaşları arasında bilen yoktu, fakat muzdarip değildi. Zaten hemen hemen bütün arkadaşlarının birer lakabı vardı. “Akşam parti var Kemal..” diye kandırıldığı için biraz buruktu, neticede henüz ergenlik dönemine girmiş on üç yaşında bir çocuktu. Ama o ve onun gibi yaşayanlar için, iftar çadırı dahi parti alanı sayılırdı.

Yazım: 15.11.009


| Han'ım |

Han'ım seni çok özledim.
Haberin yok belki ama,
gönlünce kocaman bir handın;
titrediğimde uğradığım...

Sabahları sıcacık gülüş bulunur mu hala gönlünde?
...

|Ka.|

Yazım tarihi: 2009
Düzelti: 2012


Gariplikler toplumu

Satın aldığı cep telefonuna ilk günden sevdiği mp3'ü yükleyerek,
içindeki güzelim melodileri bilemeyen;
aşık olduğu her kadına ilk günden zevkini empoze ederek,
içindeki güzellikleri göremeyen bir toplumuz...

|Ka.|


Asansör fantezisi (skeç)


ASANSÖR FANTEZİSİ

TAKİ BETTİN:            İzmir’in Çiğli ilçesinde asansör tamir ve bakım işleriyle geçimini sağlayan Sir lapaklı Hasan Terli ile birlikteyiz. Sir Hasan’ın asansör fantezisi varmış. Bu durumdan artık rahatsızlık duymaya başlayan Sir Hasan, sorununa çare bulmak için bizi aradı. Hasancığım, bize biraz anlatır mısın bu durumu?
SİR HASAN:               Bu fantezi bende 7,5 senedir var abi: Asansöre ne zaman yalnız binsem, ineceğim kata geldiğimde tüm üst kat numaralara basarım. Böylece indiğimde asansör yukarıya çıkmaya devam eder. Zemin kata iniyorsam ve zemin altında katlar varsa, onların numaralarına basıyorum. Böylelikle de asansör alt katlara inmeye devam ediyor. Bundan feci haz alıyorum abi. İndikten sonra asansörün inmeye veya çıkmaya devam etmesi ve katlarda bekleyen olacağı düşüncesi inanılmaz derecede zevk veriyor.
TAKİ BETTİN:            Peki bu fantezi nasıl başladı?
SİR HASAN:               Üniversitedeyken son sınıfta staj yapmaya başladım. Orada bana görev verdiler kalite kontrol diye, asansöre binip aşağı yukarı çıkıyorduk. Sonra içine giriyor, üst kat numaralarından herhangi birine basıyor içinden çıkıyorduk. Yukarı katta bekleyen arkadaş geliyor gelmiyor diye kontrol yapıyordu. Yukarı katta arkadaş da alt numaralara basıyor ben bekliyor kontrol ediyorum. Böyle böyle bağışkanlık yaptı bende abi.
TAKİ BETTİN:            Alışkanlık olmasın o kardeşim?
SİR HASAN:               He abi ondan işte. Bağışıklık yaptı.
TAKİ BETTİN:            Tepki aldığın oluyor mu hiç peki?
SİR HASAN:               Olmaz olur mu abi? Bir keresinde oturduğum dairenin apartmanına yöneticiyle aynı anda girdik. Yönetici faturalara filan bakarken ben asansöre bindim. 3. kata çıktım, ardından üst kat numaralara bastım. Kendi katım geldiğinde inerken de bu kez alt kat numaralara bastım. Neyse aldığım hazla eve girdim. Aradan 5 dakika geçmeden yönetici kapımı çaldı, kalkıp açtım. Yönetici sinirli şekilde, “Bu asansörde bir arıza mı var? Kontrolleri yapmadın mı?” dedi. Bende rutin kontrollerini yaptığımı söyledim. “Nasıl olur, az evvel tüm katlarda durarak geldi asansör yoksa sen mi bastın kat numaralarına? Var bunda bir iş ama neyse.” deyip gitti. Az kalsın ödüm bo.uma karışıyordu. Neredeyse dayak yiyordum abi. Eski milli boksör kendisi. Kapıyı kapattıktan sonra girdim içeri başladım zevkten gülmeye abi.
TAKİ BETTİN:            Hiç doktora filan göründün mü?
SİR HASAN:               Nereye gideyim abi? Kulak burun boğaza mı? Psikoloğa göründüm. Asansör fantezim var deyince önce çok şaşırdı, bayandı çünkü. Sonra detaylı anlatınca gülümsedi. Neden güldünüz dediğimde, geçerli açıklama yapamadı. Ne iş yaptığımı sordu. Asansör tamircisiyim deyince, “Bir süre yapmayacaksın ya da asansöre binmeden yaşamayı deneyeceksin.” dedi.
TAKİ BETTİN:            Psikoloğun söylediklerini denedin mi?
SİR HASAN:               Nasıl deneyeyim, işim gereği her gün asansörlerle haşır neşir oluyorum. Aramızda bir bağ var. Benim asıl mustarip olduğum konu yanlış anlaşılmak; yani asansör fantezisinin ne olduğuna açıklık getirmek. Birçok insanın asansör fobisi vardır. Binmeye korkarlar, hatta bindiklerinde panik atak olurlar. Kimileri asansördeyken elektrik kesintisi veya genel arıza olmuştur o sebepten tecrübe etmiş, korkuya kapılmışlardır. Bazı çiftlerinde asansör fantezisi vardır. Fakat onların ki cinsellikle alakalı. Düğmesine bastıkları kata gelene kadar işi pişirmek zorundalar. O da bir nevi haz veriyordur, hiç denemedim arkadaş anlattı. Benim durumum ise; farklı türden bir fantezi. Yani acayip haz alıyorum bundan. Lütfen beni tanıyan dostlar kızmasın bana, hepinizden özür diliyorum, Sami abi evet, sen şirketin girişinde beklerken tüm kat numaralarına basan bendim. Yönetici bey size de itiraf ediyorum; o kat numaralarına ben bastım. Ve bundan acayip haz aldım. Mutlu oldum. Oh çok şükür attım üstümden ağırlığı, sıkıntı yok artık..

Yazan: Kerem Ka.